Kadeh

Kadeh

17 Ekim 2022 Pazartesi

Ortaya Karışık

Herkesin bu hayatta bir misyonu var. Bazılarınınki insanların hayatlarına dokunmak. Yollarımız bu kişilerle kesiştiğinde ise bence şanslı addedilen biz oluyoruz. Çünkü insan en zor kendi hayatına dokunabiliyor. En zor kendini tanıyor ve en zor kendi için adım atabiliyor. O yüzden, başkalarına akıl vermek, tavsiyede bulunmak daha kolay oluyor her zaman. İbre bize döndüğünde verdiğimiz tavsiyeleri uygulayabiliyor muyuz kendi hayatımız için? Sürekli başkalarını düşünen ve onların sorunlarını kendi sorunu yapan birisi olarak soruyorum bunu. Farkındalıkla yaşayıp değişmek ve dönüşmek gerçekten kolay mı? Kendi hayatına, kendi sorunlarına, kendi hayallerine, ideallerine yönelip harekete geçmek kolay mı? Aslında yıllardır kolay olanı mı seçtim başka hayatları yaşayarak? Kolaydı ne de olsa akıl vermek. İhtiyacı olanın ihtiyacını gidermek. Çünkü kolaydı başka bir gözle kendin olmayana bakabilmek. Oysa kendini tanımak, özüne inmek, ne istediğini bilmek, öğretilerin dışına çıkabilmek hepsinden daha zor. Zoru başarmak yerine "fedakar" olmayı seçmek ve böylece de çok sevilmek. Girdiğim her ortamda daha doğrusu ilişki kurabildiğim her ortamda her zaman çok sevildim ben. Ailemde, arkadaş çevremde, okul hayatımda, iş hayatımda, konuda komşuda, çarşıda, pazarda her yerde. Tahmin ediyorum şimdi ölsem kalabalık bir cenazem olur ki ben bunu da önemsiyorum, ne ilginç! Sevilmeyi seviyorum ve bu yüzden de durmaksızın enerji harcıyorum aslında. İyi bir evlat, iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir arkadaş, iyi bir personel, iyi bir tanıdık, iyi bir müşteri, iyi bir gelin, iyi bir, iyi bir... Peki, şimdi soruyorum, "iyi bir" olmasam kimin hayatında ne kadar varım acaba?

Sözün özü nerede kaldı? Ortaya karıştı. Her neyse, şimdi zaman biraz da zor olanı deneme zamanı: Kendime dönme, kendimi tanımaya çalışma ve biraz da kendim için bir şeyler yapma. Nereden mi çıktı? Başkalarının hayatına dokunan bir kadından.

17 Kasım 2020 Salı

Nasılsın?

Telefonum çaldı. Arayan Nevin'di. Ne zamandır konuşmadık, merak ve biraz da endişeyle açtım telefonu. Çağımızın hastalığı ne de olsa endişe!

Halimi hatırımı sormak için aramış meğerse. İyi değilim dedim. Belki de ilk kez benden böyle bir cevap aldı geçen onca zamanda. İyi olmadığım zamanlarda bile iyiyim derdim çünkü ben, iyi olacağımı veya bunun için gayret edeceğimi bilerek. Ama bu kez iyiyim diyemedim nedense, inancımı mı yitirmiştim ki acaba?

Sıklıkla görüşmek gerekmez bunun için, çok iyi tanır beni. Bazen ben bile onunla tanırım kendimi. Sen böyle demezdin, hayırdır diye sorması da bundandı belli ki. 

-Nasıl iyi olacağım ki, eğer sen iyiysen bundan emin misin? Doyasıya yaşayabiliyor musun? Oksijenin bile kısıtlı değil mi? Yürüyüşe çıksan alacak havan yok. En yakınındaki sevdiklerin; annen, baban bile uzak. Sırf birinin iyiliği için ondan uzak olmak ne büyük fedakarlık ve zorluk. Sarılmak isteyip sarılamamak...Çocuğun evde hapis. Selam veren şüpheli. Birbirini gören maskesini çekiyor, yüzünü kapatıyor ve mümkünse uzaklaşıyor. Yasaklar var. İstediğin gün, istediğin saatte, istediğin yere gidemiyorsun. Günün tedirgin, geleceğin belirsiz. Hiçbir şey yaşanmamış gibi rol yapmanın anlamı yok. İyi değiliz. Endişeliyiz. En son onu gördüm, o benden sonra bunu gördü, ben negatifim, o pozitifmiş, pozitif olduğunu beni gördükten sonra öğrenmiş... Ne çok hesap kitap. Ya ben tam 9 aydır anneme babama sarılmadım, öpmedim, kollarının altına girip kıvrılmadım bir koltukta. Tamam sağ ve sağlıklıyız ama iyi değiliz. Çok şey öğrenmiş, kıymetini anlamış, ders çıkarmış olabiliriz ama bu iyi olmamız için bir sebep mi Allah aşkına? Ucu bucağı da yok. Ne kadar sabretmemiz gerektiğini bile bilmiyoruz. Çok daha kötüsünü yaşayabilirdik, sevdiklerimizi kaybedebilirdik ama bundan teselli bulmak gerçekten rahatlatıyor mu bizi? Hasta olsan kimsen olmaz; hasta olsa biri, kimsesi olamazsın. İlaçlar kapıdan bırakılıyor düşünsene. Bunu bir an olsa bile düşünüp bütün bunları zihninde biriktirip nasıl iyi olacaksın, söyler misin?

Haklısın, dedi. 

-Bilmiyorum Nevin, insanın kendine bile rol yapması iyi mi kötü mü? Hangisi daha yorucu? Bunun cevabını bulana kadar gerçek şu ki, iyi değilim. Ama umudum her zaman var. Allahtan onu kaybetmedim... 

5 Ocak 2019 Cumartesi

Çınar'a

Kadehte kırmızı şarabım kalmış, hem de iki yılı aşkın süredir. Fincanda kahvem, kupada çayım soğumuş. Sohbetlerim yarım, telefon çağrılarım cevapsız... Şimdi tam anlamıyla başka bir hayatı yaşamaya başlamışım; kendiminkinin haricinde, sıfırdan, yeniden doğmuşçasına. Bir hayatın sorumluluğunu almışım, çok isterken ama bir o kadar da ansızın. 
Ne büyük hayalimdi oysa; sahip olmam düşük bir ihtimal olarak addedildiğinde doktorlar tarafından, hem de henüz lisedeyken. Anaçlığım baskın karakterim, bense etrafımdaki herkese ve her şeye kol kanat germek isterken. 
Kollarımda buldum seni, çok büyük bir mucizenin ta kendisi. Sen üç günlükken geçirdiğimiz yoğun bakım serüveniyle çok istediğim bir şeyin, senin, bana emanet olduğunu öğrenerek başladım anneliğe. Belki de bunu bilmeye en başından ihtiyacım vardı. Hızlı bir girişti benimki. Ama biliyorum ki hiçbir şey nedensiz veya tesadüfi değildi. 
Bir buçuk yıl geçti birlikte büyüyeli. Bugüne geleli. Oysa nadirdir yazarak bile içimi dökemediğim. Biliyorum bu da onlardan bir tanesi.
Canım oğlum...
Çınar'ım...


12 Kasım 2016 Cumartesi

Siri Diri mi?

Aşk biyolojik mi, fizyolojik mi; yanılsama mı, gerçek mi; tek mi, ilk mi; nedir, ne değildir derken Siri yapıştırmış cevabı.
Şimdi gel de sorma:
Bu Siri diri mi, değil mi?





23 Ekim 2016 Pazar

Mesajınız Var

"Kendimizi evlenince, bir bebek sahibi olunca, sonra bir tane daha olunca yaşamın daha güzel olacağına inandırmışızdır.
Sonra çocuklarımızın yeterince yetişkin olmadığını düşünerek bunalırız ve onlar büyüdüklerinde bunun da iyi olacağını düşünürüz.
Sonra büyürler ve biz yine bunalırız, çünkü onlarla didişmemiz gerekir. Şu delikanlılık çağını atlatsalar daha mutlu olacağız tabii.
Eşimiz başarsa, bir arabamız ya da daha iyi bir arabamız olsa, tatile çıksak, sonunda emekli olsak yaşamın daha iyi olacağını düşünürüz.
Gerçek şu ki, mutlu olmak için şu andan daha iyi bir an olamaz.
Öyle değilse, ne zaman?
Yaşamınız hep güçlüklerle dolu olacak. Olduğu kadar çok kabullenip her şeye karşın mutlu olmaya karar vermek en iyisi.

Uzun bir süre yaşam yeni başlayacak sandım. Gerçek yaşam.
Fakat yolda hep bir engel vardı; bitirilecek bir iş, aşılması gereken bir sıkıntı, tanınacak bir zaman, ödenecek bir fatura. Sonra başlayacaktı yaşam.
Sonunda anladım, bu engeller yaşamın kendisiydi.
Bu bakış açısı, mutluluğa bir yol olmadığını anlamama yardımcı oldu.
YOL, mutluluğun kendisi idi.
Yani, her anın tadını çıkarın.
Mutlu olmaya karar vermek için, okulun bitmesini, okula geri dönmeyi, beş kilo kaybetmeyi, beş kilo almayı, işe başlamayı, evlenmeyi, cuma gecesini, pazar sabahını, bir araba almayı, araba yenilemeyi, ev ipoteğinizin bitmesini, ilkbaharı, yazı, sonbaharı, kışı, ayın birini ya da on beşini, radyoda melodinizin çalınmasını, ölmeyi ya da yeniden doğmayı beklemeyin.
  
Mutluluk bir yolculuktur, bir varış noktası değil.
Mutlu olmak için en iyi zaman… ŞİMDİ!
Anı yaşayın ve doya doya tadını çıkarın.

Şimdi, aşağıdaki soruları düşünüp yanıtlamaya çalışın: 
1 – Dünyadaki en zengin 5 kişinin adını söyleyin.
2 – En son seçilen 5 Dünya güzelinin adlarını söyleyin.
3 – Son 10 Nobel Ödülünü kimler kazandı?
4 – En iyi erkek oyuncu Oscar ödülünü en son hangi 10 oyuncu aldı?

Yapamadınız mı? Zor, değil mi?
Tasalanmayın, hiç kimse bunları anımsamıyor.

Alkışlar söner!
Ödüller tozlanır!
Kazananlar çabuk unutulur.

Şimdi de şu soruları yanıtlayın:
1 – Eğitiminize katkıda bulunan 3 öğretmeninizin adını söyleyin.
2 – Gerektiğinde yanınızda olmuş 3 dostunuzun adını söyleyin.
3 – Size özel olduğunuzu hissettiren birkaç kişi düşünün.
4 – Birlikte zaman geçirmek istediğiniz 5 kişinin adını söyleyin.

Yapabildiniz mi? Daha kolay, değil mi?
Yaşamınızda anlamı olan kişiler, “en iyi” olarak dereceye girmiş, en çok parası olan, en büyük ödülleri kazananlar değil…
Sizi seven, sizi gözeten, ne olursa olsun yanınızda olanlar.
Bir an düşünün.
Yaşam çok kısa!
Ya siz, hangi listedesiniz? Bilmiyor musunuz?

Bir süre önce, Seattle Olimpiyatlarında, zekaca veya vücutça engelli dokuz atlet, 100 metrelik bir yarışın başlama noktasında duruyorlardı.
Hepsi koşmuyordu, ama herkes katılmak ve kazanmak istedi.
Tabanca atıldı ve yarış başladı. 
Bir çocuk takıldı ve düştü, bir iki yuvarlandı ve ağlamaya başladı.
Diğer sekizi onun ağladığını duydu.
Yavaşlayıp arkalarına baktılar.
Durdular ve geri geldiler... Hepsi de…
Down Sendromu hastası bir kız, çocuğun yanına oturdu, sarıldı ve sordu: “Şimdi kendini daha iyi hissediyor musun?”
Sonra, dokuzu birlikte omuz omuza bitiş çizgisine yürüdü.
Kalabalık ayağa kalktı ve alkışladı. Alkışlar uzun süre devam etti…

Bu olaya tanık olanlar hala bunu anlatıyor.
Niçin?
Çünkü yüreğimizin derinliklerinde hepimiz biliyoruz ki, yaşamda en önemli şey kendimiz için kazanmanın ötesindedir.
Yaşamdaki en önemli şey diğerlerinin kazanmalarına yardım etmektir. Bu yavaşlayıp kendi yarışımızı değiştirmek anlamına gelse bile.
Bir mum, diğerini yakmak için kullanıldığında hiç bir şey kaybetmez."*

*Alıntı olan bu mesajı dün aldım ve bugün de sizlere gönderiyorum. Kabul edin ve mutlu olmaya hemen şimdi başlayın :)

30 Ağustos 2016 Salı

Bazı Şeyler

İnsanlığını, adaletini, vicdanını, karşılıksız ve beklentisiz sevgisini özlediğim biri var. Kendinden bile sakınarak ve çok sevmekten korkarak, hesapsız, çıkarsız, en saf duygularıyla.  Ciğerinden gele gele hitabıyla verebileceği şeyden başka hiçbir şeyi olmayan, bu yüzden de en gerçek seven. Ellerimi okşarken huzuru bulduran. Bunu bile beni bunaltmamak adına bir iki dakikadan fazla yapmayan.

O giderken, bir daha asla bu kadar çıkarsız sevilemeyeceğimi düşünmüştüm; henüz yanılmadım. 

Unutmadan yaşadım seni.  Okumuştum bir yerde çok önce: "Bir insanın size ne yaptığını unutabilirsiniz ama ne hissettirdiğini asla." Yer etti hafızamda. Test ettim, onayladım. Bana hissettirdiğin hiçbir güzelliği unutmadım. 

Sen, güzel insan, anlatsaydın keşke gitmeden herkesin senin gibi hissettirmeyeceğini. Söyleseydin keşke çok mu salak gözüküyorum dışarıdan, yoksa insanlar beni kandırdığını sanacak kadar aptallar mı? Muhtemelen anlatmazdın, çok da konuşmazdın zaten. Yaşayarak öğrenmeme izin verirdin. Bilmişlik taslamaz, müdahil olmaya çalışmazdın. Kendi halinde gözükürken içinde fırtınalar kopmasına rağmen saygılıydın hayatıma. Korkardın oysaki zarar görmemden. Ama biz seninle sadece kahkaha attık. Hep gülerken varsın hafızamda. 

Şimdi söyle bana gittiğin yerden insanların sessizliğini, asaletini, anlayışını, fedakarlığını ve iyi niyetini kullanmaya çalışanlar seninle aynı soydan geliyor olabilirler mi? İnsanoğlunun bu farklılığı karşısında senin gibi sessiz kalmalı mıyım? Sahte sevgilere ve ilgilere aynı şekilde karşılık vererek öc mü almalı mıyım yoksa?

Korkma, iyi şeyler de oluyor. 

Ama bazı şeyler hiç olmuyor. Cin olmadan adam çarpmak, bu esnada çarpılmak ve hatta yok olmak var ya işte bunlar çok komik oluyor.