Kadeh

Kadeh

19 Mart 2014 Çarşamba

Limon Ağacı

Her sabah erkenden uyanmak zorunda olmam, hayatımı yaşamama engel olmamalıydı. Hayatımdan çalmamak için kendimce ürettiğim felsefelerden biri de buydu. Günde on saat uyuyanlar sanırım hayatı çok uzun sanıyorlar! Ya da yarın iş var diyerek kendini yatağa veya televizyon karşısındaki bir kanepeye hapsedenler, yani yedi günlük haftadan beş günü çalanlar,  nefes alıp vermeyi tercih edenler olmalılar.  Yoksa dışarıda var olan ve keşfedilmeyi bekleyen onlarca şeye uykuyu tercih etmenin başka ne sebebi olabilir ki? Yeni bir yer, yeni bir insan, yeni bir hayat olabilecekken bu keşfin konusu, neden dört duvardaki yalnızlık daha cazip olsun ki? Bu insanlar, havanın bile her gün farklı bir kokusu olduğunu henüz hissedemeyenler olabilir mi? Gökyüzünün fotoğrafı her saniye değişirken evin tavanı neden tercih sebebi olsun ki? Cedric, akıp giden hayatın tadını çıkar; evet yaşadım diyebil en nihayetinde. 
Tüm bu düşüncelerle dört saatlik uykuya mahkum olmuştum yine yeni yeniden. Alarm çaldığında sanki daha yeni dalmıştım uykuya. Bu sabah da güne küfrederek başlamamak için alarmın zil sesine en sevdiğim şarkıyı koymam dahi pek bir işe yaramadı anlaşılan, oysa dün gece karaokede seçmiştim bu parçayı! Ne oldu? Hayatından çalmayacaktın hani? Madem öyle kalk da biran önce çık keşfine! Bugün nasıl kokuyor hava, gökyüzü ne renk; hangi insan dokunacak bugün hayatına, iz bırakan ne olacak bugün senin için, kimi mutlu edebileceksin, kim seni mutlu edecek? Dene bakalım, senin gülümsemen başka insanların yüzündeki tebessümün sebebi olabilecek mi; paylaşıp çoğaltabilecek misin bugün? 
Esnememe engel olacak şey sade bir Türk kahvesi olmalıydı. Daha ilk yudumumda çalan alarmıma nefret duymaktan vazgeçmiştim. Sıra fal kapatma aşamasına geldiğinde ise dün gece ne kadar çok eğlendiğimi düşünme aşamasındaydım: " İyi ki gitmişim. Çok iyi deşarj oldum. Sesim o kadar berbat ki mikrofonu elime başka türlü almam mümkün değil. Ben şarkı söylediğimde insanlar ya beni susturmayı ya da yanımdan ayrılmayı tercih ederlerken bağıra bağıra şarkı söyledim. Ohhh..." İç sesim çenesini açtı gene, geç kalmamak için daha fazla kulak asmamalıydım ben bu sese. 
Hazırlanıp evden çıktım. Hafifçe esen meltem, insanın tenini okşuyordu adeta. Tam sokağın köşesinden dönecekken aldığım koku, yıllar sonra dahi aklımdan çıkmayacak kadar, keskin ve güzeldi. O gün ilk kez karşılaştım bir limon ağacıyla. Yapraklarını ovuşturmam öğütlenmişti; bunu denemek için de ilk kez fırsat bulmuştum. Ellerime sinen koku gerçekten ne kadar da şahaneydi! İnsanı bir sahil kasabasında bulacağı huzura sürüklüyordu bu koku. Şimdiden emeklilik yaşını düşünmek ne kadar mantıklıydı bilmiyorum ama o yaşlarda yerleşirsem böyle bir kasabaya, bahçemde mutlaka limon ağaçları olmalıydı.
Birini bekleyip beklemediğimi soran sesle irkilmiştim. Haklıydı, dakikalarca bir ağacın önünde dikilmenin başka ne sebebi olabilirdi ki? Burnumda limon kokusu, geveze iç sesim ve ben yollara düştük...


Yalnızca hissettiğimiz şeyler yer edinir hayatımızda. Ne baktıklarımız, ne dokunduklarımız ne de kokladıklarımız... Bir ömür boyu yaşattıklarımız hissedebildiklerimizdir sadece, tıpkı bu limon ağacının kokusu gibi.


                                


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder