Herkesin bu hayatta bir misyonu var. Bazılarınınki insanların hayatlarına dokunmak. Yollarımız bu kişilerle kesiştiğinde ise bence şanslı addedilen biz oluyoruz. Çünkü insan en zor kendi hayatına dokunabiliyor. En zor kendini tanıyor ve en zor kendi için adım atabiliyor. O yüzden, başkalarına akıl vermek, tavsiyede bulunmak daha kolay oluyor her zaman. İbre bize döndüğünde verdiğimiz tavsiyeleri uygulayabiliyor muyuz kendi hayatımız için? Sürekli başkalarını düşünen ve onların sorunlarını kendi sorunu yapan birisi olarak soruyorum bunu. Farkındalıkla yaşayıp değişmek ve dönüşmek gerçekten kolay mı? Kendi hayatına, kendi sorunlarına, kendi hayallerine, ideallerine yönelip harekete geçmek kolay mı? Aslında yıllardır kolay olanı mı seçtim başka hayatları yaşayarak? Kolaydı ne de olsa akıl vermek. İhtiyacı olanın ihtiyacını gidermek. Çünkü kolaydı başka bir gözle kendin olmayana bakabilmek. Oysa kendini tanımak, özüne inmek, ne istediğini bilmek, öğretilerin dışına çıkabilmek hepsinden daha zor. Zoru başarmak yerine "fedakar" olmayı seçmek ve böylece de çok sevilmek. Girdiğim her ortamda daha doğrusu ilişki kurabildiğim her ortamda her zaman çok sevildim ben. Ailemde, arkadaş çevremde, okul hayatımda, iş hayatımda, konuda komşuda, çarşıda, pazarda her yerde. Tahmin ediyorum şimdi ölsem kalabalık bir cenazem olur ki ben bunu da önemsiyorum, ne ilginç! Sevilmeyi seviyorum ve bu yüzden de durmaksızın enerji harcıyorum aslında. İyi bir evlat, iyi bir eş, iyi bir anne, iyi bir arkadaş, iyi bir personel, iyi bir tanıdık, iyi bir müşteri, iyi bir gelin, iyi bir, iyi bir... Peki, şimdi soruyorum, "iyi bir" olmasam kimin hayatında ne kadar varım acaba?
Sözün özü nerede kaldı? Ortaya karıştı. Her neyse, şimdi zaman biraz da zor olanı deneme zamanı: Kendime dönme, kendimi tanımaya çalışma ve biraz da kendim için bir şeyler yapma. Nereden mi çıktı? Başkalarının hayatına dokunan bir kadından.