Dondurucu bir ayaz var bugün. Çok arayıp zor bulduğum işimin kıymetini unutacak kadar öfkeliyim yataktan çıkmaya. İnsanoğluyuz, nankörüz. Elde ettik, değeri kalmadı.
Memur yağmuru var dışarda; 8 ile 9 arası yağandan, akşam da 6 ile 7 arası yağacak olandan. Şemsiye de evde kalmış, tüy dikmiş.
Gün rutin, iş çok. Zaman akmış.
Evde inmeyeceğimi söyledim servisçi Mustafa Abi'ye: "Yol üzerindeki bir AVM'de ineceğim." Rutine devam; kulaklığı tak, düşüncelere dal. Bu sefer camdaki yağmur damlalarının birbirine karışması ana tema. Birleştikçe hızlanmaları filozofik boyut. Servisten indiğim anda, o buz gibi ve yağmurlu havada duyduğum koku ise beni silkeleyip kendime getiren şey. Güne yeni başlıyorum hissiyatının ve bu yazıyı yazmamın nedeni: KÖZDE PİŞEN KESTANE KOKUSU. Bu kokuyu içine çekerken ellerin cebinde biraz üşümüş olacaksın ama. Kafan içine kaçmış gibi yürümek de mümkün. Yağmur yerine kar yağsaydı, değmeyin onun tadına. Tadına derken kokusunun tadına. Bu öyle bir koku ki tüm duyuları birbirine karıştırabilecek cinsten bir koku. Hiçbir günün birbirinin aynısı olmadığını, hayatın ufak ayrıntılarda gizli olduğunu, rutini bu ayrıntıların kırdığını düşündüren koku.
Mutlu olmayı büyük şeylere bağlamak hayatı çok uzun sanmakla eşdeğer. Küçük şeylerle mutlu olabilmek ise hayatı gerçekten yaşamak.
Sadece kestane kokusu değil, meraklanmayın. Ocakta fokurdamaya başlayan pudingin kokusu da bununla yarışabilir.
;)